- 5/23/2016
- 0 Comments
Hayat cbdcbvdfsbvcvdsfbgebffffffffffffffffffffffffffffffffffffffffffffffffffffffffffffffffffffffffff
fddddddddddddddddddddddddb
fbbbbbbbbbbbbbbbbbbbbbbbbbbbbbbb
dffffffffffffffffffffffffffffffb
- 5/22/2016
- 0 Comments
Anadolu'da yüzyıllardır "kara hekim" diyorlar. İngilizler "canlı eczane", Almanlar "hazır ilaç" diyor. Leech Threapy adıyla tüm dünyada biliniyor, Hollywood starlarının gençlik-güzellik metodu. Hirudoterapi olarak da literatürde geçiyor. Evet sülükten söz ediyorum, "ıyk" deyip sayfayı kapatmak yok. Faydalarını öğrenince, hiç bir zararı olmayan, adı şifa ve dua ile birlikte anılan bu hayvanı bu kadar itici bulmayabilirsiniz.
Yüzlerce çeşidi olan sülüğün, tıbbi sülük olarak kullanılan cinsinin insan sağlığı için sayısız faydası var. Tıbbi sülükler, içgüdüsel olarak sevk-i ilahi ile bir doktor gibi hastalığın yerini bilip, hemşire gibi oraya ilaç enjekte ediyor. Tıbbi sülüklerin asıl tedavisi, kirli kanı emmek değil kanı emerken insan vücuduna verdiği salgısında.
Hirudoterapi olarak da bilinen tedavide, sülüğün salgısında bulunan 100'ü aşkın bioaktif madde iyileştirici etki ediyor. Bunlardan en önemlisi hirudin adlı enzim. Kanın pıhtılaşmasını engelleyici, oluşmuş pıhtıyı eriten bu enzim
dışında ağrı kesici, mikrop öldürücü, kan basıncını dengeleyici, bağışıklık sistemini düzenleyen, stres gideren etkilere sahip ve kas gevşetici etkiler içeren enzimler de salgılıyor sülük.
Sülüğün enzimlerinin bu özellikleri pek çok hastalığın tedavisinde yüzyıllardır kullanılıyor. Ancak son yıllarda, sinir hücreleri ve liflerin tamir edilmesini hızlandıran etkisi ile mikro ve plastik cerrahi alanında hızla yayılmaya başladı. Amerika'da kopan organların dikilmesinden sonra eski işlevlerini hızla kazanabilmesi için sülükler sıkça kullanılıyor.
Tıbbi sülüklerin bünyesinde oluşan bu enzimler antibakteriyel, antidepresan ve antioksidan özelliklere sahip. Dünyada bir çok ülkede alternatif tıp olarak değil de tıbbi tedavi kabul ediliyor. Sülüğün iyi geldiği hastalıklar:
*Migren kronik baş ağrıları
*Dolaşım bozuklukları, varis
*Egzama, sedef gibi cilt hastalıkları
*Kalp-damar hastalıkları
*Sinir sistemi hastalıkları, felç vakaları
*Troide bağlı şişmanlık
*Epilepsi
*Kas ve eklem rahatsızlıkları
*Üreme organları rahatsızlıkları, kısırlık
*Karaciğer hastalıkları, kolesterol
*Astım, bronşit hastalıkları...
Moda deyimle yok artık diyebilirsiniz ama yüzyıllardır insanlar boşuna kara hekim dememişler. Bugün bilimsel araştırmalar bunu kanıtlar nitelikte ve sülükle tedavinin kullanım oranı gün geçtikçe artıyor.
Sülükle tedavide en önemli nokta, sülüklerin hijyen olması ve steril ortamda hekim veya bu işin uzmanı kişilerce yapılması. Anemi (kansızlık) olanlar, gebe ve emziren anneler, şeker hastası, diyaliz hastası ve kalp yetmezliği olanlar için bu tedavi uygun değil. Avuç içi ve ayak tabanı gibi bölgeler, göz kapağı ve çevresi ve önemli damarların üzerine sülük tedavisi uygulanmamalı. Acısı sinek ısırığı kadar, tedavi sonrasında bir gün kadar sızıntı şeklinde kanama devam ediyor, bu normal. Sülük insan sağlığı için kendini feda ediyor, belki karnını doyuruyor ama sonra imha oluyor.
Korkmayın, isterseniz tedavi sırasında gözünüzü kapatın. Ama ihtiyacınız varsa Allah'ın mucize bir salgı ile şifa dağıtıcısı yaptığı bu küçük hayvandan çekinmeyin. Sağlıklı günlere...
- 5/18/2016
- 5 Comments
Tezatlarımız ne çok hayatımızda. Sık sık dilimizden şükür geçer ama ondan da sık daha daha deriz zihnimizin içinde. Daha fazlasını istediğimiz her şey mutluluk sebebidir zahirde ama arkası kesilmez yeni isteklerin, çoğu zamanda kısadır mutluluk sandığımız. Oysa her yeni gün,her bir nefes şükür istemez mi?
Hep söylenir her bir nefesimiz şükür sebebi, göz açıp kapamak, uyanabilmek ikinci ölüm uykudan şükür sebebidir diye. Peki niye dilimizde kalıyor çoğu, niye tekrar edip duruyoruz? Bitmek bilmeyen, daha içeren isteklerimiz ne olacak? Ey nefsim beni duyuyor musun? Anlamamış gibi bakma, en çok da üzerine alınmamış hallerine bozuluyorum. Boşuna yazmıyorum bunları, söz uçar yazı kalır madem öyleyse dinle, sık sık da aç oku. Bana söylüyorum!
"Şükür nimeti ziyadeleştirir, şekva da musibeti..."* Hissederek ettiğin şükürle, nimetin lezzetini alıyorsun ve arttırıyorsun. Olmayana bakıp, şükür deyip mutlu oluyorsun. Senden çok olana bakıp, bugün de benim nasibim bu "Hamdolsun" deyip mutlu oluyorsun.
"Şükür", algılarımızın ayarı, düzeni, yaradılışa uygun çalıştırılması. Ayar bozulursa, dünyayı versen şükür der mi bu nefs? "Daha" diyerek kafamıza sokulan, dünyanın kurnaz matematik hesapları. Ama öyle kurnaz öyle sinsi sanki biraz da efsunlu. Birazcık sızdı mı, yavaş yavaş yayılıp, masum gibi görünüp, alışkanlık halinde oturuyor baş köşede. O kadar hızlı çalışmaya başlıyor ki bir süre sonra şükredip, sahip olduğumuzun tadını alamadan yeni imgeler koyuyor önümüze...
Nasıl çıkacağım bunun içinden? Beni sabit kılan, sırat-ı müstakimde tutan her şeye çok sıkı sarılmam lazım. Rabbimle kısa buluşmalarımıza daha özenmeliyim. Ruhumu besleyen, zihnimi temizleyen, yüreğimi dolduran muhabbeti daha çok yaşamalıyım. Daha diyen nefsimin amacı da bu, asıl gayeden uzaklaştırmak beni. Mahrum edildiğimiz bir şey yok. "Bizden istenen üç şey. Biri; zikir, biri; şükür, bir; fikirdir... Başta "Bismillah" zikirdir. Ahirde "Elhamdulillah" şükürdür."** Fikir ise düşünmek ve öyle yaşamak. Zor değil, dünyanın dahalarını azaltıp sahip olduklarımızın şükrünü çoğaltırsak gerisi kendinden gelir.
Hep daha daha diyen dışarıda, için şükür istiyor unutma...
*Lemalar/2
**Sözler/1
- 5/17/2016
- 0 Comments
Yeşilin her tonu içinde yol almak, ciğerlerinize full oksijen depolamak, denizden esen rüzgarla dere kenarında ferahlamak istiyorsanız, Ağva'nın tam zamanı... Kesinlikle, iyi ki gelmişiz diyeceksiniz. Hatta yolda giderken, "Ya buralar da çok güzel, oraya da başka sefer.." diyeceğiniz bir sürü durağınız olacak. Sıcaklar başlayınca nem burada daha çok hissedilir, kalabalık da sevmiyorsanız, şimdi Ağva'nın tam zamanı. Bugün olmazsa da, yakın bir zamanda gidin, dinlenin, kulağımı çınlatın...
Şile yolundan giderken ağaç ve yeşilden oluşan bir deniz üzerinden gidiyormuş gibi hissediyorsunuz, sonra yine ağaçların tünel yaptığı başka bir yol güzelliği. Ben yolculuk diye buna derim. İstanbul'dan Karadeniz kıyısına doğru gidilen bu yol, bitki örtüsü, iklimi ile farklı bir yere gittiğinizi hissettiriyor.
Yol üzerindeki köyler, mutlaka uğramanız gereken güzellikler. Evleri, sokakları, çiçeği, yeşili nasiplenmek ister. Pembe güllerin selamladığı Kabakoz Köyüne uğrarsanız fırından simit alabilirsiniz, acıkınca lezzetli bir yolluk olur.
Yolda sık sık duracaksınız, mecbur. Çünkü, bakmak öyle bir dinlendiriyor ki insanı.
Arkası alabildiğine yeşil küçük bir havzada durunca, dalındaki kirazlarla karşılaşmak çok güzel sürpriz oldu. Yola sarkan bir dalı olsa, yolcunun göz hakkıdır, helal deyip koparacaktım bir tane. Ama dalları doldurmuş, bahçenin içinden göz kırpıyorlar. Seyretmek yetti.
Ağva'ya varınca esas masal başlıyor. Deniz bile bu kadar yeşil arasında maviden yeşile dönüp duruyor. Gelsin, denizde başlayan derede süren tekne turları...
Sezonu açanlar olmuş, hazırlıklı geldiyseniz durulacak gibi değil. Hem çok kalabalık değil hem turkuaz sular özlendiğini biliyor, davetkar...
Sazlıkların arasından akıp, denizle buluşan iki dere Göksu ve Yeşilçay, burası Ağva. Hem deniz hem dere keyfi, yeşilliklerin içinde hem de...
Deniz bisikletinde pedal çevirip, bir uçtan diğer uca Ağva turu. Nehir gezintisi, deniz kokusu, fazla miktarda oksijen. Dikkat diğer bisikletlere, teknelere çarpmayın. Bir tuhaf olduk. Neden acaba?
Sohbete dalmış üç ördek, başını çıkartarak yüzen küçük bir su yılanı, telaşlı (evet telaşlı) küçük bir kamlumbağa, seslerini duyup kendilerini görmediğimiz kurbağalar ve kuş sesleri eşliğinde dere boyu yol almak...
Kano da iyi fikir, daha hızlı daha suya yakın. Bir daha ki sefere...
Suyun gölge tarafından, ağaçların dibinden hatta suyun içinden yükselen ağaçlara takılmadan. Kıyıdan kıyıdan...
Bu küçük şirin evi, alıp çantana kaçırasın geliyor. Yok olmadı, sadece evle olmaz etrafıyla da benim çantama sığmaz. Yazdım aklıma...
Buraları çok güzel, öyle dinlenmelik öyle içine çekmelik... Karşılıklı iki kıyı arası ulaşımı sağlayan teleferik sistemi ve yüzen dubalar üzerinde kamelyalar var. Her şeyi keyfe dönüştürelim diye düşünmüşler.
Gün sona ererken, öbür gelişinizin planlarını da yaparsınız...
Dönüş yolunda İmrenli mevkiinde bu güzel, küçük koyda mola verip zaman varsa güneş batana kadar oturmalı. Düşünmek, hayal etmek, şarkı mırıldanmak, serbest. Ağva yollarına düşmenin tam zamanı...
- 5/15/2016
- 11 Comments
Küçük sandığımız şeyler çok büyük sonuçlar doğurabiliyor. Artık yapmaktan vazgeçtiğimiz, "aman canım ne var" dediğimiz bir sürü davranış/söz/mimik başkalarının nefesi, molası, enerjisi olabilir. O başkası her an biz de olabiliriz. Kelebek etkisi yapmaya ne dersiniz? Çünkü, kelebeğin kanat çırpmasındaki esinti miktarınca bile etki siyahımızı beyaza, içimizi aydınlık yapmaya yetebilir. İhtiyacımız yok mu?
Kelebek etkisi (Butterfly Effect) denen teori, dünyanın bir tarafında kanatlarını çırpan bir kelebeğin, dünyanın başka bir yerinde bir kasırgaya yol açabilmesi fantezisi üzerinden açıklanmaya çalışılıyor. Kafalarımız dolu, fırtınaysa zaten bir kaşık suda çıkarmaya namzet oluyoruz çoğu zaman. Herkes stres yüklü, hoşgörümüz azaldı, alınganlığımız çoğaldı. Bize anlaşılması ve uygulaması kolay formüller lazım. Ama bu kelebek etkisi teorisi de aslında yapılan her hareketin değerli, küçük gibi görünen durumların da büyük etkiler başarabileceğini söylüyor. Kendimiz için, başkaları için küçük ama bilinçli hareketler yapmak. Eksikleri tamamlamak, yanlışları düzeltmek, biraz emek ve empati. Kelebek etkisi başlasın!
Gün başladı. Evden çıktık, asansöre bindik. Ben veya karşımdaki, lütfen kafamızı telefona gömüp sabahın köründe çok da önemli olmayan bir şeyler okumak yerine "günaydın" deyip gülümseyelim birbirimize. Aynı çatı altında yaşıyoruz, sık sık şu daracık yerde karşılaşıyoruz. Gülümsemek ve günaydın demek öyle bir kelebek etkisi yapar ki. (Çünkü böyle olmadığı zaman tam tersi bir etki yapmıyor mu hepimizde?)
Arabaya bindik gidiyoruz. Ne olur sanki, yol vermeme yarışı yaparak birbirimize bed dualar göndermek yerine yol versek. Bir selam ya da kornaya hafif bir dokunuşla kelebek etkisi yapsak. Pasif sürücü muamelesi görmek istemiyorum diyorsunuz. Bir süre emek verip, deneyeceğiz. Belki haklı sandığımız algıların da yersiz olduğunu anlarız.
Ya da otobüste, metroda... Günde sadece bir sefer yapılıyormuş gibi değil de, sakin olalım. Hanımdır, yaşlıdır, çocuktur bir öncelik verelim. Hani empati yapacaktık? Daha devam edeyim mi? Bunun iş yeri var, sosyal ilişkiler var, okul, ev. Var da var... Kelebek etkisinin yani küçük şeylerin özellikle ruhumuzda büyük etkiler oluşturma gücünü kimse inkar etmez herhalde. Gülümsemekten, bazen hakkımızı ikram etmekten, yardım etmekten/istemekten korkmamak gerekiyor. Bunlardan neredeyse korkar olduk. En doğal, olumlu reflesklerimizi esirgemeyelim birbirimizden.
Bir de içimizdeki kelebek var. Kanat çırpan, rüzgarıyla dünyamızı değiştirecek olan. Beklettiğimiz, cesaret edemediğimiz, bir türlü veremediğimiz kararlarımız var. Zamanı geriye sarmak mümkün değil ama yeniden başlayıp başarmak mümkün. Hiç bir şeyi ertelemeyelim. Bir günlük ömrü olan kelebeğe yüklenen anlama bakın hele, biz neler başarırız evvelAllah...
Not: Bugünlerde arıdır, kelebektir biraz hayvanlar alemi gibi oldu yazılar ama kötü mü oldu?
- 5/13/2016
- 25 Comments
Bir arı tefsir yapabilir mi? İlahi! Arının balı tefsiri nasıl olur? Aklımı var, konuşuyor mu? Sadece bal yapıyor...
Evet sadece bal yapıyor. Çok iyi bir kimyager...
Altıgen odacıkları kusursuz yapıyor, rastgele değil. Sadece güzel görünsün diye de değil, hikmetle. İşinin uzmanı bir mimar...
Bin bir çiçekten şifa topluyor, laboratuvarda bala dönüştürüp şifa olarak dağıtıyor. İyi bir doktor...
Arı balın tefsirini yapabilir mi? Kimyager, mimar, doktor ise bunu da yapar...
"Rabbin bal arısına vahyetti, dağlarda ve ağaçlarda ve onların kurdukları çardaklarda kendine evler edin.
Onların karınlarından türlü renklerde şerbetler çıkar, onda insanlar için bir şifa vardır. Şüphesiz düşünen bir topluluk için gerçekten bunda bir ayet vardır."*
İnsanoğlu gerçek balın içeriğini dahi bilemiyor. Arının karnındaki laboratuvarda hazırlanan bal, tam bir şifa kaynağı. En önemli özelliği içinde bakterilerin barınamaması, aynı zamanda bakterileri de yok etmesi.
Arı milletini iyi tanımak lazım. Dayanışma onlarda, çalışkanlık onlarda, özveri onlarda. Hem mükemmel iş çıkarıyorlar hem de görevden hiç taviz vermiyorlar. Kraliçeden işçiye kadar el birliği içinde çalışıyorlar. Biz insanlar için, arılar cumhuriyeti örnek alınacak bir sistem gösteriyor. Bireysel başarı, kollektif şuur, istikrar ve sonuç bal...
Bal üretimi yapan dişi arılar içlerinde şifa olan balı üretirken, vücutlarının içinde kendilerini savunacak zehiri de üretiyor. Ama bir karışma ve şaşırma yok. Zehiri kullanırsa, iğne çıkar, iç organlar parçalanır ve ölür. Kendisini anlatan ayetleri her şeyiyle tefsir eder arı. Çok açık hem de. Sadece "İNANDIM" demek kalır...
Her aşaması hayranlık uyandıran bir üretim süreci. Üretilen bal ise; enerji verir, antioksidandır, kan şekerini düzenler, yanıkları iyileştirir, kas yorgunluğunu alır, sindirim sistemini düzenler, saç-göz sağlığı için faydalıdır, öksürük ve bronşite iyi gelir, cilt güzelliği için faydalıdır... Kimine göre 500 kimine göre 1000 derde deva bir şifa reçetesi...
Bir arı tefsir yapabilir mi? Rabbinin vahyettiği her şeyi yapan arının bal tefsiri, kainat kitabının içinde kendi sayfasında duruyor. Okunmayı bekliyor. Ama sofrada bal ama çiçek üzerinde arı resmiyle...
- 5/11/2016
- 8 Comments